(alıntıdır:alıntı sahibi: baver ergün) Matematiğin ne kadar önemli olduğunu söylemek için matematik bilmeye gerek yoktur. Eğitim düzeyi ne olursa olsun, herkes bilir ki, doğa ya da sosyal bilimler olması fark etmez, matematiksel verilerden faydalanmayan bir bilim dalı yoktur. Onbeş yılı aşkın süredir matematik dünyasıyla içli dışlı olan birisi olarak üzüldüğüm önemli bir noktaya temas etmekte yarar görüyorum. Yaşı kaç olursa olsun, herhangi birisiyle tanışıyorum ve sözgelimi birkaç saat sohbet ediyorum. Diyelim ki konu derslerden açılıyor ve nihayet matematiğe geliyor. Karşımdaki kişi, öğrenci ya da yetişkin olsun, üç aşağı beş yukarı aşağıdaki cümlelerden birini mutlaka kuruyor. Ben matematikten hiç anlamam, okuldayken de zaten matematiğim kötüydü, tarihim falan iyiydi ama matematikten hep zayıf alırdım, hoca bana takmıştı, bizim öğretmen iyi anlatmıyordu, bir türlü sevemedim şu dersi…
Artık klişe olmuş yukarıdaki cümleleri duymayanımız yok gibidir. Gelelim üzüldüğüm noktaya. Bazen öyle kimselerle karşılaşıyorum ki, bir süreliğine havadan sudan da olsa konuşup biraz tanıyabilmişsem, ona şunu haykırmak istiyorum: ‘doğru bir şekilde yönlendirilseydin matematikte çok başarılı olabilirdin’. İşte yersiz olur düşüncesiyle açıkça ifade edemesem de, karşımdakinde o kapasitenin olduğunu da çoğu zamanlar fark edebiliyorum. Ancak bunu söyleyememek beni biraz üzüyor.
Bahse konu, duygusal bir öngörü olmaktan ziyade, yıllardır içli dışlı olduğum öğrencilerden edindiğim tecrübelerin bir sonucudur. 'Ben şu matematik işini asla hâlledemem’ deyip de, sonra ‘nasıl da yanılmışım' diyen yüze yakın öğrenci tanıdım. İddia ediyorum ki; bir kişi, kurduğunuz cümlelerdeki manaları çözebiliyorsa, okuduğunu lâyıkıyla anlayabiliyorsa, size boş gözlerle değil de, dolu dolu bakabiliyorsa, yaptığı esprilerle beyninin kıvrımlarını size hissettirebiliyorsa, matematik denilen dersi aslında rahatlıkla yapabilecek kapasitedir. 'Hadi canım, matematiği bu kadar hafife alamazsınız, dediğiniz gibi olsaydı, bu kadar öğrencinin gıcık ve başarısız olduğu bir ders olmazdı' diye düşünebilirsiniz. İyi de, gıcıklığın temelinde de zaten başarısızlık yatıyor.
İnsan yetenekli ve başarılı olduğu bir alana neden gıcık olsun ki? O zaman sorun ne? Sorun matematiğe çalışırken yapılan metodolojik yanlıştadır. Haa, bu yanlışın yarısı öğretmendeyse, diğer yarısı da öğrencidedir. Meselâ, * matematik dersine giren öğretmen Thales’ten, Öklid’den, Pisagor’dan, Pascal’ dan Descartes’tan bahsederken bu kişilerin aynı zamanda felsefe derslerinde adları geçen filozoflar olduğunu söylemiyor…Neden söyleyemiyor? Çünkü bilmiyor, emin değil...Öğrencinin karşısında mahcup olmaktan korkuyor.[1]
Öğrenci ise, 'bu öğretmen nasılsa benim anladığım dilden anlatmıyor, demek ki yapacak birşey yok' deyip, zaten çok da meyilli olduğu işi yapıyor; kaçıyor ve kendisini haklı çıkaracak hayali mazeretler üretmeye başlıyor. Kaçıncı sınıfta olursa olsun, matematikten hiç anlamadığını ya da matematiği hiç sevmediğini söyleyen öğrenciler, birkaç aylık bir programla harikalar yaratabilirler.
Kilit nokta, matematiğin onların anlayacağı dilden anlatılmasındadır. Kısacası, yöntem yanlıştır. İzlenen yol hatalıdır. Ortada metodolojik, yöntembilimsel ve özellikle öğretmen ile öğrenci arasında oluşan iletişimsel bir hata vardır. Ders öğretmeninin yanlış yönlendirmesi ve doğru frekanslı ilişkiyi yakalayamaması, öğrencinin çalışmamak için hayali mazeret üretmesi gibi tarihsel bir hata ile birleştiğinde, ortaya matematiği sevmeyen, üniversite sınavında başarılı olamayan bir kitle çıkıyor.
Bibliyografya:
[1] Eğitim Zil ve Teneffüs, Eleştirel Pedagoji Dergisi, Temmuz-Ekim 2006, Yıl 1, Sayı 4-5 sf:112
Yorumlar3
yazı bana aittir
iktibas ettiğinize sevindim.
ancak köşeli parantez içinde [1] ile gösterilen bibliyografya eksik kalmış.
onu da eklerseniz daha doğru olur.
selamlar
Yorumlarınızı Bekliyoruz
Yorum Yazın
Yorum Yapın